İslam ve Osmanlı Düşmanı Bir İngiliz Politikacı: William Ewart Gladstone
Çeyrek yüzyıldan fazla İngiltere siyasal yaşamının merkezi olan Hawarden Malikanesi’ne 19 Mayıs 1898 tarihinde hüzünlü bir hava hakim olmuştu. İngiltere’de dört dönem başbakanlık yapan, yalnızca İngiltere’nin değil, Avrupa ve Asya’nın kaderini ellerinde tutan, sevenlerinin ifadesiyle İngiltere’nin taçsız kralı “Muhteşem Yaşlı Adam” William Ewart Gladstone, Hawarden Malikanesi’nde hayatını kaybetmişti.
Ülkede bulunan taraftarlarına göre Gladstone, derin Hıristiyan inancını toplumsal hayatına dahil eden ve politik görüşlerini ahlaki değerlerle bütünleyen muhteşem bir liderdi. Muhaliflerine göre ise o; kendisini üstün gören bir hilekar, bencil hesaplarını yüksek ahlaki değerler iddialarının arkasına saklayan bir insan, tutarsız ve çift kişilikli bir ruh hastasıydı. Hiç çekinmeden Londra gecelerinde hayat kadınlarıyla dolaşması ve bu ilişkilerini “kurtarma işi” olarak adlandırması, tutarsızlığının ve ruhsal dengesizliğinin bir kanıtı olarak gösteriliyordu. Sevilsin ya da sevilmesin, gerçek olan William Ewart Gladstone’un Kraliçe Victoria döneminin en büyük politikacılarından biri olduğu ve etkisinin modern dönem İngiliz siyasetçilerine kadar uzandığıydı. Nitekim İngiltere Başbakanı Tony Blair’in, yaptığı konuşmalarda politik ilhamını Gladstone’dan aldığını ve kahramanının Gladstone olduğunu söylemesi, onun İngiliz politik yaşamında ne denli uzun süre devam eden bir etkiye sahip olduğunu ortaya koymaktadır.
19. yüzyılda İngiltere’de devlet adamlarına resmî tören yapılması geleneği yoktu. İlk kez Lord Palmerston için çok sıradan denilebilecek bir resmî tören düzenlenmişti. Gladstone’un 28 Mayıs günü yapılan defin merasimiyse muhteşemliği ve organizasyonun göz kamaştırıcılığı açısından bir ilkti. Westminster’deki bu cenaze merasimi, Gladstone’un sağlığında yaptığı toplantılardaki mahşerî kalabalığı aratmayacak bir katılımcıyla gerçekleşmişti. Avrupa ve Asya’nın kaderini ellerinde tutan bu adamın sağlığında olduğu gibi ölümü ve cenaze merasimi de Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetim merkezinde en ince ayrıntısına kadar takip ediliyordu. Ölümü Londra Büyükelçiliği’nden Sultan II. Abdülhamid’e acil kaydıyla bildirilmiş, cenazesine temsilci gönderilip gönderilmeyeceği sorulmuştu. Sultan II. Abdülhamid, iki ülke ilişkilerindeki hassas dengelere ve diplomasi kurallarına aykırı olmasına rağmen bu cenazeye Osmanlı temsilcilerinin kesinlikle katılmamasını emretmişti. Sultan II. Abdülhamid’i böyle bir tavra yönlendiren birçok sebep vardı. Her şeyden önce William Ewart Gladstone, bütün politik yaşantısını “Kuran-ı Kerim’in yok edilmesine” ve Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasına adamıştı. O, 19. yüzyılın “Haçlı Savaşçısı”ydı ve politika onun için Haçlı Seferleri’nin yalnızca başka bir boyutu olmuştu. Gladstone, hükümete katıldıktan sonra takip ettiği bütün politikalarını Hıristiyan-Müslüman çatışması zeminine oturtmuştu. Kırım Savaşı’nda İngiltere’nin geleneksel politikasına karşı çıkarak, Hıristiyan bir ülke olan Rusya’ya karşı Müslüman bir ülkenin desteklenemeyeceği tezini savunmuş, Maliye Bakanı olarak hazırladığı bütçe devlet gelirlerini azalttığı için İngiliz hükümeti savaşa girmekte geç kalmıştı. Diğer taraftan Eflak ve Boğdan’ın Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılmasında yine onun etkisi vardı. Bulgar bağımsızlığının arkasında, Mısır’ın Osmanlı İmparatorluğu’ndan koparılmasında, Yahudilerin Filistin’e yerleştirilmelerinde, Afganistan’da, Sudan’da ve Ermeni milliyetçilik hareketlerinin gelişiminde yine onun ismi en önlerdeydi. Kendisinden sonra Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamaya yönelik politikaları takip ve organize eden James Bryce ve Francis Stevenson gibi politikacıların öğretmeni o olmuştu. Takip ettiği politikalarla İngiltere’nin geleneksel dış siyasetini tamamen değiştirmiş, başlattığı büyük kampanyalarla Türklerin Balkanlar’dan atılmalarına zemin hazırlamıştı. Osmanlı Devleti’nin 1877-1878 Rus Savaşı’na girmesinin ve bunun sonucunda yaşanan felaketlerin yolunu yine o açmıştı. 1875 yılında Bosna-Hersek’te başlayıp Bulgaristan’a sıçrayan ayaklanma olaylarını dünyaya büyük bir katliam olarak takdim ederken, iç politikada da Osmanlı taraftarlarını “katliama hizmet edenler” olarak tanımlamış ve hükümet üzerinde büyük bir kamuoyu baskısı oluşturmuştu. Bu baskı karşısında Başbakan Benjamin Disraeli, Osmanlı İmparatorluğu’nu destekleme politikasını bırakmak zorunda kalmıştı. Bu değişim Rusya’yı harekete geçirmiş ve Osmanlı Devleti için 93 Harbi bir felaket olarak ortaya çıkmıştı. Bu gelişmelerden dolayı Türk-İngiliz ilişkileri, William Ewart Gladstone öncesi ve sonrası olarak şekillenmişti. Sultan II. Abdülhamid’in, Gladstone’un cenazesine temsilci gönderilmesini istememesinin sebepleri işte bunlardı. William Ewart Gladstone, Türk-İngiliz ilişkilerinin kaderini belirleyen isim olmuştu. Onun Yakındoğu coğrafyasındaki politikalarını anlamadan 19. yüzyıl siyasi tarihi ve sömürgecilik tarihini yazmak mümkün değildir. Özellikle Osmanlı Devleti ve İngiltere açısından politik etkisinin ne denli büyük olduğunu görmek için Türk-İngiliz ilişkilerinin seyrini takip etmek gerekir.
16. yüzyılın ilk yarısında İngiliz ticaret gemilerinin sık sık Kıbrıs, Trablus, Sakız, Şam gibi ticaret merkezlerinde görülmeye başlanmasıyla İngiltere ile Osmanlı Devleti arasındaki ticari irtibatlar da resmî olmayan bir yolla başlamış oluyordu. Resmî ilişkilerin kurulması da çeşitli nedenlerle kolay olmamıştı. Örneğin; 1536 yılında Fransa, Osmanlı Devleti’nden çeşitli imtiyazlar almış olmasına rağmen İngiltere Kralı VIII. Henry (1509-1547) Papa ile olan yakınlığından dolayı “kafir Türklerle” irtibat kurmak istememişti. İngiltere’nin Osmanlı Devleti ile ilk diplomatik ilişkileri ise 1582 yılına uzanmaktadır. Kraliçe Elizabeth, William Harborne’u 1582 yılında Türkiye elçisi olarak atamıştı. Atama kararında şöyle diyordu:
“En şanlı ve yenilmez Prens, Türkiye ülkesinin en kudretli hakimi ve Doğu İmparatorluğu’nun hükümdarı Sultan III. Murat Han’ın bizimle bir ittifak ve dostluğa girdiğini ve şanlı İmparatorluğunun her tarafında tebaamıza serbest dolaşım hakkı verdiğini anlamış bulunuyoruz”. William Harborne, kendisine verilen bu emirle 1583 yılında İstanbul’a gelmiş ve Türk-İngiliz ilişkilerindeki “resmî dönem” başlamıştı. William Harborne’un İstanbul’daki elçiliği başladığında kendisine verilmiş olan görev ortaya çıkıyordu. İspanya Kralı II. Philip ile mücadele eden Kraliçe Elizabeth, Osmanlı Devleti’nin İspanya ile mütareke ortamına girmesini istemiyordu. Diğer taraftan Sultan III. Murat’ın hocası Sadeddin Efendi de İngiltere ile paralel bir politika izlenmesi taraftarıydı. İran ile anlaşma yapıldıktan sonra İspanya’ya dönerek 1571 İnebahtı yenilgisinin intikamını almak istiyor, bu nedenle İspanya’nın muhalifi olan İngiltere ile yakınlık kurulmasını sağlamaya çalışıyordu. Nitekim Sadeddin Efendi, İngiliz dostu olarak anılmasına yol açacak derecede İngiliz siyasetinin İstanbul’da etkili olmasına çalıştı. Bu ortamda Harborne’un en büyük başarısı, Sadeddin Efendi’nin de destekleriyle 1587 yılında Osmanlı Devleti’nin İspanya ile yapacağı anlaşmaya engel olmak oldu. Osmanlı Devleti, İspanya ile olan mücadelesini devam ettirmesiyle Kraliçe Elizabeth’e destek sağlamış oluyordu. Bu şekilde gelişen Türk-İngiliz ilişkilerinde
Osmanlı Devleti’nin İngiltere’yi koruyan taraf olduğu gözlenmektedir.
İngiltere’nin Osmanlı Devleti ile gerçekleştirdiği resmî ilişkileri, 1581 yılında ruhsat alarak çalışmaya başlayan Levant Company’nin yaptığı ticari faaliyetler etrafında şekillendi. Ticari faaliyetler etrafında gelişen ilişkiler 1699 yılına kadar devam etti. 1620-1683 yılları arasında iki ülkenin ticari ilişkileri en parlak dönemini yaşadı. Osmanlı Devleti’nin 1683 Viyana Kuşatması’ndan sonra Avusturya, Rusya, Polonya ve Venedik’in oluşturduğu Kutsal İttifak karşısında yapmış olduğu savaşın sona erdirilmesinde İngiltere’nin arabulucu bir rol oynamaya başlaması ve sonrasında Karlofça Anlaşması’nın imzalanmasıyla iki ülke arasındaki ilişkiler farklı bir boyuta taşındı. Osmanlı Devleti’nin verdiği ticari imtiyazlardan faydalanarak Akdeniz ve Karadeniz’de ticari faaliyetlerini devam ettiren İngiltere, artık korunan değil koruyan devlet konumuna geçmişti. Nitekim daha sonraki dönemlerde de İngiltere arabuluculuk rolünü üstlendi. 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren İngiltere açısından en önemli tehlike Rusya’nın sıcak denizlere inme politikası olduğu için Rusya’nın ticari imtiyaz alanlarından uzak tutulması İngiltere’nin temel politikası haline geldi. Özellikle 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması İngilizlerin rahatsızlığını son derece artırmıştı. Bu anlaşmanın onbirinci maddesiyle Rusya; Karadeniz, Tuna ve Akdeniz’de kendi gemileriyle ticaret yapabilme hakkını elde etmişti. Yine 1783 yılında seksenbir maddelik bir anlaşma yapılarak Rusya’nın bölgedeki ticaret haklarının alanı genişletilmişti.
Rusya’nın Karadeniz ve Akdeniz üzerinde ticaret hacmini artıran bir politika takip etmesi İngiltere’yi rahatsız ediyordu. 1787 yılında başlayan Osmanlı-Rus Savaşı’nda Özi Kalesi’nin Rusların eline geçmesiyle İngiltere’deki Rus karşıtı politikalar daha net bir hale geldi. Başbakan William Pitt, 1791 yılında Avam Kamarası’nda yaptığı bir konuşmada, Rusya’nın Karadeniz üzerinde takip ettiği siyasetin İngiliz ticari çıkarlarını zedelediğini ve bunun önüne geçilmesi gerektiğini söylüyordu.William Pitt’in bölgedeki ticari çıkarlarını artırma düşüncesine tehdit olarak gelişen Rus ticaretinin temel amacı, Kafkaslar’daki ticaret yolunu cazip hale getirerek İran’daki İngiliz etkisini kırmaya yönelikti. William Pitt, Osmanlı Devleti’nin korunması politikasını aktif hale getirirken aynı zamanda bölgedeki İngiliz ticari çıkarlarının da korunmasını sağlamış oluyordu ki, bu politika iniş çıkışlarıyla 1875 yılına kadar devam etti. İngiltere’nin 1829 Yunan bağımsızlığına destek vermesi ve 1836 yılında cereyan eden William Churchill olayı, 19. yüzyılda Osmanlı- İngiliz siyasal ilişkilerinde sıkıntılı dönemler olarak ortaya çıktı. 1836 yılında cereyan eden diplomatik kriz nedeniyle gerginleşen ilişkileri yumuşatmak çabasında olan Osmanlı Devleti, 1838 Balta Limanı Ticaret Antlaşması’yla İngiltere’ye daha fazla imtiyaz vermek zorunda kaldı. 1838 anlaşması ile iki ülke arasındaki ilişkiler normale dönmeye başladı. Bu dönemde Avrupa’da 1848 ihtilalleri çıkınca Rusya’ya karşı mücadele eden Macar ve Polonyalı milliyetçiler Osmanlı Devleti’ne sığındılar. İngiltere’nin de destekleriyle Osmanlı hükümetinin mültecileri Rusya’ya iade etmemesi, İngiliz kamuoyunda olumlu bir Türk taraftarlığı havası estirdi.
Nitekim bu olumlu atmosfer 1853 yılında başlayan Kırım Savaşı’nda da devam ederek, İngiltere ile Osmanlı
Devleti’nin Rusya’ya karşı birlikte savaşmasına etkide bulundu. Osmanlı-İngiliz ilişkilerinde Osmanlı aleyhtarı politikalar William Ewart Gladstone’un başbakan olmasından sonra açıkça uygulanmaya başlandı. 19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Devleti’ne yönelik İngiliz politikaları iki başlı bir görüntüdeydi. Muhafazakar Parti’nin başkanı ve değişik dönemlerde başbakanlık yapmış olan Benjamin Disraeli, William Pitt’in geleneksel politikasını takip ederek Osmanlı Devleti’nin korunması gerektiğini savunuyordu. Onun karşısında ise Liberal Parti başkanı olan William Ewart Gladstone bulunuyordu ki, o da Disraeli’nin tam tersi bir politika takip ederek Osmanlı Devleti’nin parçalanması gerektiğine inanıyordu. 1875 yılında bu iki politikacıdan William Ewart Gladstone’un rakibini alt edecek büyük bir kampanya başlatmasıyla geleneksel İngiliz dış siyaseti tamamen değişmek zorunda kaldı. Böylelikle 1875 yılından sonra İngiltere, Osmanlı Devleti’ni koruma politikasını tamamen değiştirmiş oluyordu. İngiliz siyasetinde artık Turko-philia (Türk dostluğu) değil, Turko-phobia (Türk korkusu) dönemi başlıyordu.
Ülkede bulunan taraftarlarına göre Gladstone, derin Hıristiyan inancını toplumsal hayatına dahil eden ve politik görüşlerini ahlaki değerlerle bütünleyen muhteşem bir liderdi. Muhaliflerine göre ise o; kendisini üstün gören bir hilekar, bencil hesaplarını yüksek ahlaki değerler iddialarının arkasına saklayan bir insan, tutarsız ve çift kişilikli bir ruh hastasıydı. Hiç çekinmeden Londra gecelerinde hayat kadınlarıyla dolaşması ve bu ilişkilerini “kurtarma işi” olarak adlandırması, tutarsızlığının ve ruhsal dengesizliğinin bir kanıtı olarak gösteriliyordu. Sevilsin ya da sevilmesin, gerçek olan William Ewart Gladstone’un Kraliçe Victoria döneminin en büyük politikacılarından biri olduğu ve etkisinin modern dönem İngiliz siyasetçilerine kadar uzandığıydı. Nitekim İngiltere Başbakanı Tony Blair’in, yaptığı konuşmalarda politik ilhamını Gladstone’dan aldığını ve kahramanının Gladstone olduğunu söylemesi, onun İngiliz politik yaşamında ne denli uzun süre devam eden bir etkiye sahip olduğunu ortaya koymaktadır.
19. yüzyılda İngiltere’de devlet adamlarına resmî tören yapılması geleneği yoktu. İlk kez Lord Palmerston için çok sıradan denilebilecek bir resmî tören düzenlenmişti. Gladstone’un 28 Mayıs günü yapılan defin merasimiyse muhteşemliği ve organizasyonun göz kamaştırıcılığı açısından bir ilkti. Westminster’deki bu cenaze merasimi, Gladstone’un sağlığında yaptığı toplantılardaki mahşerî kalabalığı aratmayacak bir katılımcıyla gerçekleşmişti. Avrupa ve Asya’nın kaderini ellerinde tutan bu adamın sağlığında olduğu gibi ölümü ve cenaze merasimi de Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetim merkezinde en ince ayrıntısına kadar takip ediliyordu. Ölümü Londra Büyükelçiliği’nden Sultan II. Abdülhamid’e acil kaydıyla bildirilmiş, cenazesine temsilci gönderilip gönderilmeyeceği sorulmuştu. Sultan II. Abdülhamid, iki ülke ilişkilerindeki hassas dengelere ve diplomasi kurallarına aykırı olmasına rağmen bu cenazeye Osmanlı temsilcilerinin kesinlikle katılmamasını emretmişti. Sultan II. Abdülhamid’i böyle bir tavra yönlendiren birçok sebep vardı. Her şeyden önce William Ewart Gladstone, bütün politik yaşantısını “Kuran-ı Kerim’in yok edilmesine” ve Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasına adamıştı. O, 19. yüzyılın “Haçlı Savaşçısı”ydı ve politika onun için Haçlı Seferleri’nin yalnızca başka bir boyutu olmuştu. Gladstone, hükümete katıldıktan sonra takip ettiği bütün politikalarını Hıristiyan-Müslüman çatışması zeminine oturtmuştu. Kırım Savaşı’nda İngiltere’nin geleneksel politikasına karşı çıkarak, Hıristiyan bir ülke olan Rusya’ya karşı Müslüman bir ülkenin desteklenemeyeceği tezini savunmuş, Maliye Bakanı olarak hazırladığı bütçe devlet gelirlerini azalttığı için İngiliz hükümeti savaşa girmekte geç kalmıştı. Diğer taraftan Eflak ve Boğdan’ın Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılmasında yine onun etkisi vardı. Bulgar bağımsızlığının arkasında, Mısır’ın Osmanlı İmparatorluğu’ndan koparılmasında, Yahudilerin Filistin’e yerleştirilmelerinde, Afganistan’da, Sudan’da ve Ermeni milliyetçilik hareketlerinin gelişiminde yine onun ismi en önlerdeydi. Kendisinden sonra Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamaya yönelik politikaları takip ve organize eden James Bryce ve Francis Stevenson gibi politikacıların öğretmeni o olmuştu. Takip ettiği politikalarla İngiltere’nin geleneksel dış siyasetini tamamen değiştirmiş, başlattığı büyük kampanyalarla Türklerin Balkanlar’dan atılmalarına zemin hazırlamıştı. Osmanlı Devleti’nin 1877-1878 Rus Savaşı’na girmesinin ve bunun sonucunda yaşanan felaketlerin yolunu yine o açmıştı. 1875 yılında Bosna-Hersek’te başlayıp Bulgaristan’a sıçrayan ayaklanma olaylarını dünyaya büyük bir katliam olarak takdim ederken, iç politikada da Osmanlı taraftarlarını “katliama hizmet edenler” olarak tanımlamış ve hükümet üzerinde büyük bir kamuoyu baskısı oluşturmuştu. Bu baskı karşısında Başbakan Benjamin Disraeli, Osmanlı İmparatorluğu’nu destekleme politikasını bırakmak zorunda kalmıştı. Bu değişim Rusya’yı harekete geçirmiş ve Osmanlı Devleti için 93 Harbi bir felaket olarak ortaya çıkmıştı. Bu gelişmelerden dolayı Türk-İngiliz ilişkileri, William Ewart Gladstone öncesi ve sonrası olarak şekillenmişti. Sultan II. Abdülhamid’in, Gladstone’un cenazesine temsilci gönderilmesini istememesinin sebepleri işte bunlardı. William Ewart Gladstone, Türk-İngiliz ilişkilerinin kaderini belirleyen isim olmuştu. Onun Yakındoğu coğrafyasındaki politikalarını anlamadan 19. yüzyıl siyasi tarihi ve sömürgecilik tarihini yazmak mümkün değildir. Özellikle Osmanlı Devleti ve İngiltere açısından politik etkisinin ne denli büyük olduğunu görmek için Türk-İngiliz ilişkilerinin seyrini takip etmek gerekir.
16. yüzyılın ilk yarısında İngiliz ticaret gemilerinin sık sık Kıbrıs, Trablus, Sakız, Şam gibi ticaret merkezlerinde görülmeye başlanmasıyla İngiltere ile Osmanlı Devleti arasındaki ticari irtibatlar da resmî olmayan bir yolla başlamış oluyordu. Resmî ilişkilerin kurulması da çeşitli nedenlerle kolay olmamıştı. Örneğin; 1536 yılında Fransa, Osmanlı Devleti’nden çeşitli imtiyazlar almış olmasına rağmen İngiltere Kralı VIII. Henry (1509-1547) Papa ile olan yakınlığından dolayı “kafir Türklerle” irtibat kurmak istememişti. İngiltere’nin Osmanlı Devleti ile ilk diplomatik ilişkileri ise 1582 yılına uzanmaktadır. Kraliçe Elizabeth, William Harborne’u 1582 yılında Türkiye elçisi olarak atamıştı. Atama kararında şöyle diyordu:
“En şanlı ve yenilmez Prens, Türkiye ülkesinin en kudretli hakimi ve Doğu İmparatorluğu’nun hükümdarı Sultan III. Murat Han’ın bizimle bir ittifak ve dostluğa girdiğini ve şanlı İmparatorluğunun her tarafında tebaamıza serbest dolaşım hakkı verdiğini anlamış bulunuyoruz”. William Harborne, kendisine verilen bu emirle 1583 yılında İstanbul’a gelmiş ve Türk-İngiliz ilişkilerindeki “resmî dönem” başlamıştı. William Harborne’un İstanbul’daki elçiliği başladığında kendisine verilmiş olan görev ortaya çıkıyordu. İspanya Kralı II. Philip ile mücadele eden Kraliçe Elizabeth, Osmanlı Devleti’nin İspanya ile mütareke ortamına girmesini istemiyordu. Diğer taraftan Sultan III. Murat’ın hocası Sadeddin Efendi de İngiltere ile paralel bir politika izlenmesi taraftarıydı. İran ile anlaşma yapıldıktan sonra İspanya’ya dönerek 1571 İnebahtı yenilgisinin intikamını almak istiyor, bu nedenle İspanya’nın muhalifi olan İngiltere ile yakınlık kurulmasını sağlamaya çalışıyordu. Nitekim Sadeddin Efendi, İngiliz dostu olarak anılmasına yol açacak derecede İngiliz siyasetinin İstanbul’da etkili olmasına çalıştı. Bu ortamda Harborne’un en büyük başarısı, Sadeddin Efendi’nin de destekleriyle 1587 yılında Osmanlı Devleti’nin İspanya ile yapacağı anlaşmaya engel olmak oldu. Osmanlı Devleti, İspanya ile olan mücadelesini devam ettirmesiyle Kraliçe Elizabeth’e destek sağlamış oluyordu. Bu şekilde gelişen Türk-İngiliz ilişkilerinde
Osmanlı Devleti’nin İngiltere’yi koruyan taraf olduğu gözlenmektedir.
İngiltere’nin Osmanlı Devleti ile gerçekleştirdiği resmî ilişkileri, 1581 yılında ruhsat alarak çalışmaya başlayan Levant Company’nin yaptığı ticari faaliyetler etrafında şekillendi. Ticari faaliyetler etrafında gelişen ilişkiler 1699 yılına kadar devam etti. 1620-1683 yılları arasında iki ülkenin ticari ilişkileri en parlak dönemini yaşadı. Osmanlı Devleti’nin 1683 Viyana Kuşatması’ndan sonra Avusturya, Rusya, Polonya ve Venedik’in oluşturduğu Kutsal İttifak karşısında yapmış olduğu savaşın sona erdirilmesinde İngiltere’nin arabulucu bir rol oynamaya başlaması ve sonrasında Karlofça Anlaşması’nın imzalanmasıyla iki ülke arasındaki ilişkiler farklı bir boyuta taşındı. Osmanlı Devleti’nin verdiği ticari imtiyazlardan faydalanarak Akdeniz ve Karadeniz’de ticari faaliyetlerini devam ettiren İngiltere, artık korunan değil koruyan devlet konumuna geçmişti. Nitekim daha sonraki dönemlerde de İngiltere arabuluculuk rolünü üstlendi. 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren İngiltere açısından en önemli tehlike Rusya’nın sıcak denizlere inme politikası olduğu için Rusya’nın ticari imtiyaz alanlarından uzak tutulması İngiltere’nin temel politikası haline geldi. Özellikle 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması İngilizlerin rahatsızlığını son derece artırmıştı. Bu anlaşmanın onbirinci maddesiyle Rusya; Karadeniz, Tuna ve Akdeniz’de kendi gemileriyle ticaret yapabilme hakkını elde etmişti. Yine 1783 yılında seksenbir maddelik bir anlaşma yapılarak Rusya’nın bölgedeki ticaret haklarının alanı genişletilmişti.
Rusya’nın Karadeniz ve Akdeniz üzerinde ticaret hacmini artıran bir politika takip etmesi İngiltere’yi rahatsız ediyordu. 1787 yılında başlayan Osmanlı-Rus Savaşı’nda Özi Kalesi’nin Rusların eline geçmesiyle İngiltere’deki Rus karşıtı politikalar daha net bir hale geldi. Başbakan William Pitt, 1791 yılında Avam Kamarası’nda yaptığı bir konuşmada, Rusya’nın Karadeniz üzerinde takip ettiği siyasetin İngiliz ticari çıkarlarını zedelediğini ve bunun önüne geçilmesi gerektiğini söylüyordu.William Pitt’in bölgedeki ticari çıkarlarını artırma düşüncesine tehdit olarak gelişen Rus ticaretinin temel amacı, Kafkaslar’daki ticaret yolunu cazip hale getirerek İran’daki İngiliz etkisini kırmaya yönelikti. William Pitt, Osmanlı Devleti’nin korunması politikasını aktif hale getirirken aynı zamanda bölgedeki İngiliz ticari çıkarlarının da korunmasını sağlamış oluyordu ki, bu politika iniş çıkışlarıyla 1875 yılına kadar devam etti. İngiltere’nin 1829 Yunan bağımsızlığına destek vermesi ve 1836 yılında cereyan eden William Churchill olayı, 19. yüzyılda Osmanlı- İngiliz siyasal ilişkilerinde sıkıntılı dönemler olarak ortaya çıktı. 1836 yılında cereyan eden diplomatik kriz nedeniyle gerginleşen ilişkileri yumuşatmak çabasında olan Osmanlı Devleti, 1838 Balta Limanı Ticaret Antlaşması’yla İngiltere’ye daha fazla imtiyaz vermek zorunda kaldı. 1838 anlaşması ile iki ülke arasındaki ilişkiler normale dönmeye başladı. Bu dönemde Avrupa’da 1848 ihtilalleri çıkınca Rusya’ya karşı mücadele eden Macar ve Polonyalı milliyetçiler Osmanlı Devleti’ne sığındılar. İngiltere’nin de destekleriyle Osmanlı hükümetinin mültecileri Rusya’ya iade etmemesi, İngiliz kamuoyunda olumlu bir Türk taraftarlığı havası estirdi.
Nitekim bu olumlu atmosfer 1853 yılında başlayan Kırım Savaşı’nda da devam ederek, İngiltere ile Osmanlı
Devleti’nin Rusya’ya karşı birlikte savaşmasına etkide bulundu. Osmanlı-İngiliz ilişkilerinde Osmanlı aleyhtarı politikalar William Ewart Gladstone’un başbakan olmasından sonra açıkça uygulanmaya başlandı. 19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Devleti’ne yönelik İngiliz politikaları iki başlı bir görüntüdeydi. Muhafazakar Parti’nin başkanı ve değişik dönemlerde başbakanlık yapmış olan Benjamin Disraeli, William Pitt’in geleneksel politikasını takip ederek Osmanlı Devleti’nin korunması gerektiğini savunuyordu. Onun karşısında ise Liberal Parti başkanı olan William Ewart Gladstone bulunuyordu ki, o da Disraeli’nin tam tersi bir politika takip ederek Osmanlı Devleti’nin parçalanması gerektiğine inanıyordu. 1875 yılında bu iki politikacıdan William Ewart Gladstone’un rakibini alt edecek büyük bir kampanya başlatmasıyla geleneksel İngiliz dış siyaseti tamamen değişmek zorunda kaldı. Böylelikle 1875 yılından sonra İngiltere, Osmanlı Devleti’ni koruma politikasını tamamen değiştirmiş oluyordu. İngiliz siyasetinde artık Turko-philia (Türk dostluğu) değil, Turko-phobia (Türk korkusu) dönemi başlıyordu.
Konular
- RUMELİ DEMİRYOLU
- DÜYÛN-ı UMÛMİYYE
- JÖN TÜRKLER
- BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI
- KEDOURIE, Elie
- 1807: İngilizler İstanbul'u Kuşattı!
- İngiltere gemilerimizi vermemişti
- İngilizlerle İlk Temas
- OSMANLI DEVLETİ, HİNDİSTAN MÜSLÜMANLARI VE İNGİLTERE
- Gazze Savaşında 25bin kayıp Türk Askeri
- II. Viyana Kuşatması Sonrası Türk-İngiliz İlişkileri
- İngilizlerin sahte savaş gemisi hilesi
- Oliver Cromwell: İngiltere'yi İngiltere yapan adam
- İspanya savaşa girmesin diye rüşvet vermişler!
- Uluslaşma Aşamasında Tarihi Aidiyetler ve İskoçların Kader Taşı
- İNGİLİZLERİN TELGRAF ÇALMA VE ÇÖZME EKİBİ
- İngiltere Fransa'yı sollayacak
- İngilizlerin İslam Siyaseti
- ÇANAKKALE SAVAŞINDA İNGİLİZ OYUNU
- Milli Mücadele gerçeği; İngilizler, İslam Alemi’nde “Ankara’nın tek muhatap ”lığı için Hintli Müslümanları mı kullandı?
- İngiltere'nin İslamiyet'e Olan Tavrı
- İngiliz Sömürgecileri ve Vehhabilik
- Bir İngiliz Casusundan Sarsıcı İtiraflar
- ORTADOĞUDA İNGİLİZ CASUS GERTUDE BELL
- I. Dünya Savaşı’nda İngiltere’nin Ortadoğu Siyaseti
- Kırım Savaşı
- İngilizler ve Abdülmecid Han
- Kut'ül Amâre Savaşı
- İngiliz-Habeş savaşı 1868
- İslam ve Osmanlı Düşmanı Bir İngiliz Politikacı: William Ewart Gladstone