II. Viyana Kuşatması Sonrası Türk-İngiliz İlişkileri

Özet: İngiltere’nin Osmanlı ile ilk münasebetleri XIV. asrın sonları ile XV. asrın başlarında
ticari ve iktisadı alanda olmuştur. İngiltere, Osmanlı Devleti’nin 1683 II. Viyana
kuşatmasından sonra batı ile savaştığı dönemde, tarafsız kalmayı tercih etmiştir. Ama buna
rağmen, Fransa ile aralarındaki düşmanlıktan dolayı Osmanlı ile Avusturya arasındaki savaşın
bitmesi ve Avusturya’nın Fransa’ya karşı daha serbest hareket edebilmesi için büyük gayret
göstermiştir. Osmanlı coğrafyasında ticari faaliyetlerden ziyade siyasi çalışmaları ile tanınan
İngiliz büyük elçisi William Trumbull (1686-1691) İngiltere’nin menfaatleri icabı savaşın
bitmesi için büyük gayret göstermiştir. Trumbull’un yerine atanan ve Karlofça Anlaşmasının
imzalanması sırasında arabuluculuk yapan Peget (1692-1702) ise, İngiltere’nin tarafsız
kalması için uğraşmış ise de Avusturya ve Venedik tarafı bir tutum izlemiştir. Karlofça
antlaşması sonrası dönemde İngiltere, ticari ve siyasi çıkarları için Yakın Doğu ve Osmanlı
Devleti ile daha fazla ilgilenmeye başladı. Bu dönemde İngiltere yavaş yavaş emperyalizme
kaydı. Bu amaçla da Hindistan ticaret yolunun güvenliğini sağlamaya yöneldi.

Anahtar kelimeler: Türkiye, Osmanlı, İngiltere, II. Viyana Kuşatması, Karlofça

TÜRK-İNGİLİZ İLİŞKİLERİNİN BAŞLANGICI

Osmanlı Devleti ile Batı Avrupa Devletleri arasındaki sosyal, ekonomik ve
siyasal ilişkilerin en geç İngiltere ile kurulduğunu görmekteyiz (Kurat,
1953). Türklerle İngilizlerin ilk temasları Haçlı seferleri zamanında olmakla
birlikte, gerçek anlamda İngiltere’nin Osmanlı ile ilk münasebetleri XIV.

asrın sonları ile XV. asrın başlarında ticari ve ekonomik alanda olmuştur
(Kütükoğlu, 1974). Türkler ile İngilizler ilk zamanlarda coğrafyanın verdiği
uzaklığın etkisi ile birbirleriyle fazla ilgilenmemişler ve daha çok ikincil
kaynaklar ile birbirlerini tanımışlardır. Osmanlı Devleti, İslam dünyasının en
güçlü ve en büyük devleti haline gelince İngilizler de Yakın Doğu ve
Osmanlı ile yakından ilgilenmeye başladılar (Laçiner, 2005). Mesela ilk
İngiliz müteşebbislerinden olan Anthony Jenkinson, 1553 yılında Halep’te
iken Kanuni Sultan Süleyman’dan bir “ticaret müsaadenâmesi” almayı
başarmıştır. Bu izne göre kendisine vergisini ödemek şartı ile Osmanlı
sularında serbestçe dolaşma hakkı tanınmıştır. Bu imtiyaz sadece Jenkinson
ve adamları ile sınırlı idi. Ama bundan Jenkinson ve adamları fazla
yararlanma yoluna gitmediler. Daha sonra bazı İngiliz tüccarlar tekrar
Osmanlı Devletinden bir takım ticari imtiyazlar elde etmişlerdir. İngiliz
tüccarlarına serbestçe ticaret yapmak hak ve imtiyazını vermesiyle İngilizler
için Türk pazarları açılmış oldu. Bunun üzerine Londralı tüccarlar, “Levant
Company” adıyla ve inhisar esaslarına dayanan bir şirket kurdular. Şirketin
statüsü Kraliçe Elizabet tarafından 11 Eylül 1581 tarihinde tasdik edildi. Bu
şekilde Levant Company kuruluşundan 1825 yılında tasfiyesine kadar 244
yıl içinde Türk-İngiliz ekonomik ilişkilerinin esasını teşkil etmiştir
(Kütükoğlu, 1974; Kurat, 1952).

İngiltere, gerek ekonomik çıkarları gerekse İspanya’ya karşı siyasî destek
sağlamak amacıyla 1575 yılından sonra Osmanlı Devleti’nin dostluğunu ve
güvenini kazanmaya çalıştı. Bu özverili gayretin ürünü olarak,
İmparatorluktan bazı imtiyazlar elde etti (Meram, 1969). Osmanlı İngiliz
ilişkilerinin ticari alandan siyasi alana kayması ise 1578 yılında gelen elçi
William Harborne’den sonradır (Kurat, 1952). Harborne’un en önemli
görevi, İngiltere ile Osmanlı arasındaki ticareti arttırmak ve İngiliz mallarını
yeni pazarlara açarken İngiltere için gerekli hammaddeleri daha ucuza
alabilmekti. Bu çerçevede yeni büyükelçi bir takım siyasi girişimlerde
bulunarak, gelişinden çok kısa bir süre sonra İngiliz malları için gümrüklerde
önemli indirimler (kapitülasyonlar) sağladı. Bu tarihten sonra ticaret,
Osmanlı İmparatorluğu ile İngiltere arasındaki ilişkilerin en önemli
başlıklarından biri halini aldı. Bu ilişkiler zaman içerisinde siyasi bazı
anlaşmazlıklar ile sekteye uğradıysa da kesintisiz devam etti (Laçiner, 2005).

Osmanlı Devleti ile İngiltere’nin siyasi ilişkileri II. Viyana kuşatması sonrası
yoğunluk kazanmıştır. İngiltere’nin bu dönemde Osmanlı ile ilişkilerinin
temeli, doğuyla ulaşım bağlantısı yönünden stratejik önemi olan ve doğal
kaynakları bakımından son derece zengin olan Hindistan’ı güvenlik içinde
tutmaktır. İngiltere, Hindistan’ı ele geçirdiği sırada, Osmanlı Devleti
zayıflamaya başlamış ve Hindistan Osmanlı Devleti’nin genişleme kapsamı
dışında kalmıştır (Mughul, 1974). Bu nedenle, İngiltere, bölgenin güçlü
İmparatorluğu olan Osmanlılarla çatışma durumuna girmemiştir. İngiltere bu
dönemde Osmanlı devleti ile çatışmaktan ve karşı karşıya gelmekten kaçınsa
da İngiltere’nin Hindistan’a yerleşmeye başlaması ile bu ilişkiler biraz daha
gerginleşerek devam etmiştir (Rivlin-Mughul, Szyliowich, 1965).

II. VİYANA KUŞATMASI SONRASI TÜRK-İNGİLİZ İLİŞKİLERİ

II. Viyana Kuşatması ve Osmanlı Devletinin Durumu

Köprülü Mehmet Paşa’nın damadı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, 1676
yılında sadrazamlığa geldikten sonra imparatorluğu eski gücüne
kavuşturmak niyeti ile bir dizi fetih hareketine girişti (Özcan, 2002)2. Bu
amaçla, 1678’de Çehrin’i ele geçirdi. Bu zaferden sonra Ruslar, Dinyeper
Nehri’nin sağında kalan toprakları Osmanlılara bırakmak zorunda kaldılar.
Zaferlerin devamını getirerek Osmanlı’yı yeniden Avrupa’daki en geniş
sınırlara ulaştırmak isteyen Merzifonlu, Orta Macaristan’da, Katolik
Avusturya’ya karşı isyan eden Protestan Macarları himayesine aldı. Tökeli
İmre, Osmanlılar tarafından Orta Macaristan Kralı olarak tanındı. Bu durum,
Avusturya’nın tepkisine neden oldu. Bundan başka, Tökeli İmre’nin elçisini
padişaha takdim ile himaye altına aldırdı ve kendisine askerî yardımda
bulundu (Refik, 1332; Uzunçarşılı, 1995). Bu arada Avusturya
İmparatoru’nun elçisi Kont Alber Dö Kaprara, 1682 senesinde Merzifonlu
Kara Mustafa Paşa’ya gelerek, bitmesine iki sene kalmış Vasvar
Anlaşması’nın yirmi sene uzatılmasını istedi3. Fakat Merzifonlu Kara
Mustafa Paşa, elçiden Raab (Yanıkkale)’ın iadesini, Avusturya’ya karşı
hazırladığı sefer için tazminat verilmesini ve Macarların mezhep hürriyetini
istedi. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın bu istekleri karşısında, Avusturya
elçisi Kont Albert de Kaprara, Yanıkkale için “kale kılıç ile alınır, yoksa
buradaki söz ile kale verilmez” (Silahdar, 1928; İlgürel, 1993) sözleri
Merzifonluyu kızdırdı. Merzifonlu bu söz karşısında elçinin isteğini geri
çevirdi (Kantemir, 1980; Rifa’at, 1963). Bu gelişmelerin ardından Osmanlı
ordusu sefere çıktı. Ordu 3 Mayıs 1683’te Belgrad’ın karşısında Zemun
önlerine geldi ve 24 Mayıs’ta buradan hareket etti. 27 Haziranda İstolni-
Belgrad’da4 bir harp meclisi toplanarak bu mevsimde Yanıkkale ile Komaran
kalesinin fethi ve Avusturya’ya akınlar yapılması fikri mecliste görüşüldü.
Fakat Kara Mustafa Paşa mecliste ağırlığını koyarak Viyana üzerine
gidilmesini kabul ettirdi (Çiçek, 2001).

Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Viyana’ya doğru ilerlerken padişahı
durumdan haberdar etmiştir. Bu emri vaki karşısında padişah: “Kasdımız

Yanıkkale ve Komaran kaleleri idi; Beç (Viyana) kalesi dilde yoktu; Paşa ne
acip saygısızlık edip bu sevdaya düşmüş. Hoş imdi Hak Teâlâ âsan getüre;
lâkin mukaddem bildireydi rıza vermezdim.” (Silahdar, 1928) demiştir.
1683’te kuşatma başladığında, Avusturya imparatoru şehri terk ederek,
Viyana’nın kuzeyinde daha güvenli hissettiği Lintz şehrine gelmiştir.
İmparator’un şehri terk etmesine rağmen daha önceden kurulan haçlı ittifakı
da derhal Avusturya’ya yardım göndermiştir. Osmanlı ordusu müttefik
Avrupa kuvvetlerine karşı Viyana’da ağır bir yenilgi almıştır. Bu yenilgi
üzerine Osmanlı ordusunda bir panik başlamış, muhasara dağılmış ve ordu
Budin’e doğru geri çekilmiştir (Baysun, 1993; Danişmend, 1950; Schreiber,
1982)5

Viyana yenilgisi Avrupa’da büyük bir sevinç yarattı. Şimdiye kadar
yenilmeyen Osmanlı’nın, Avrupa’da birlik olunca yenileceği anlaşıldı.
Papalığın girişimi ile Osmanlı’ya karşı güç birliği içerisine giren, Avusturya,
Lehistan, Rusya ve Venedik, 1684 yıllında “Kutsal Îttifak”ı oluşturarak var
güçleri ile Osmanlı Devleti’ne karşı saldırmaya başladılar. II. Viyana
kuşatması sonrası oluşan bozgun havası içerisinde Osmanlı ordusu Mohaç
ovasında büyük bir bozguna daha uğradı. Bu karışık ortamda IV. Mehmet
tahttan indirilerek yerine kardeşi II. Süleyman geçirildi (Hammer, 2000).

Karlofça Antlaşmasının İmzalanmasına Kadar Türk-İngiliz İlişkileri

Osmanlı Devleti, Avrupa devletleri karşısında almış olduğu ağır yenilgiler
üzerine Avusturya ile anlaşma yolları aramaya başladı. Kara İbrahim Paşa6
ve Sarı Süleyman Paşa7 zamanlarında Avusturya ile barış için zemin arandı.
Avusturya almış olduğu üst üste galibiyetler üzerine, barış için Osmanlı
devletine kabul edemeyeceği tekliflerde bulundu. Bu arada II. Süleyman’ın
hükümdar olması üzerine barış taraftarı olan Bekri Mustafa Paşa8, saltanat
değişikliği bahanesi İngiltere ve Hollanda’nın Galata’da bulunan elçileri
aracılığı ile Nişancı Zülfikâr Efendi ve Dîvân-ı Hümâyun baş tercümanı
İskerletzâde Aleksandr’ı hem saltanat değişikliğini bildirmek ve hem de bu
sebep ile mümkün olursa barış yapmak için Viyana’ya 15 Şubat 1688
tarihinde elçi olarak gönderdi9. Bu heyetin, Viyana’ya gidişi sonrası
Belgrad’ın düşmesi üzerine İmparator I. Leopold, müttefikleriyle birlikte
daha ağır şartlar öne sürmüştür (Heywood, 1985)10. İngiltere’nin tüm
girişimleri de fayda vermemiştir. Uzun görüşmelerden sonra bu ağır talepler
karşısında bir anlaşmaya varılamamış ve bu teşebbüs de sonuçsuz kalmıştır
(Raşid, 1865).

II. Viyana Kuşatması sonrası dönemde İngiltere’nin ticaret hacminde
daralma meydana geldi. Nitekim 1680’de 27.771 top olan İngiltere’nin
kumaş ihracatı 1685’de 16.282’ye düştü. Bu dönemde Fransa’nın
İngiltere’ye karşı üstünlüğü dikkat çekmektedir. 1687’de Fransa 506.520
kuruş ihracat ve 170.000 kuruş ithalat gerçekleştirir iken İngiltere 302.743
ihracat sadece 10.000 kuruş ithalat gerçekleştirebilmişlerdir. 1688-1699
yılları arasında iyice gerileyen İngiliz Osmanlı ticareti 1695 yılından itibaren
yeniden yükselişe geçmiştir. 1698-1700 yıllarında ise İstanbul’un dış
ticaretinde İngilizler tam egemenliği ellerine almaya muvaffak olmuşlardır
(Kütükoğlu, 1974). İngiltere ise bu durum karşısında, Fransa ile aralarındaki
düşmanlıktan dolayı Avusturya yanlısı bir tutum izleyerek Osmanlı ile
Avusturya arasındaki savaşın bitmesi ve Avusturya’nın Fransa’ya karşı daha
serbest hareket edebilmesi için büyük gayret göstermiştir. Mesela Osmanlı
coğrafyasında ticari faaliyetlerden ziyade siyasi çalışmaları ile tanınan
İngiliz büyük elçisi William Trumbull (1686-1691), İngiltere’nin
menfaatleri icabı savaşın bitmesi için Osmanlı nezdinde de barış için siyasi
girişimlerde bulunmuştur (Kurat, 1952; Heywood, 1985).

Bu gelişmeler olurken, 6 Şubat 1695 Pazar günü Sultan II. Ahmet ölmüş
yerine, II. Mustafa Padişah olmuştur. II. Mustafa’nın tahta çıkmasıyla, devlet
erkânı arasında, 1683 II. Viyana kuşatmasından bu yana yıllardır süregelen
savaşları ve yenilgileri sonuçlandırma arzusu kuvvetlendi. Hatta İngiltere
elçisinin Osmanlı Devleti ile Avusturya arasındaki savaşa son verme
teşebbüsü de devlet adamları arasında ferahlık yaratmıştır. Fakat II. Mustafa,
devlet adamları gibi düşünmüyordu. Yeni padişah, niyetinin Kanuni Sultan
Süleyman gibi bizzat sefere çıkmak olduğunu bildirdi. Çünkü ona göre
başarısızlıkların sebebi, seleflerinin seferlerden uzak kalışı idi. O, bu nedenle
tahta çıkışının üçüncü gününde bir hatt-ı hümâyûn yayınlayarak kendinden
önceki padişahların zevk ve sefaya dalıp devlet işleri ile uğraşmamaları
sebebiyle düşmanların dört yandan ülkeyi sardığını belirtir. Bizzat savaşa
katılmak istediğini söyleyerek, devlet erkanının bu konudaki görüşünü sorar.
Buna cevap olarak, sadrazam devlet erkânı ile yaptığı görüşmelere
dayanarak padişahın savaşa katılmasının çok masraflı olmasının yanında
devlet otoritesinin bozulacağından bahseder. II. Mustafa, devlet adamlarının
bu olumsuz görüşlerine rağmen savaşa bizzat katılmaktan vazgeçmez
(Aksun, 1994). Bu gelişmelerin ardından Avusturya ile mücadele yeniden
başlar. II. Mustafa Avusturya üzerine çıktığı iki zaferi başarı ile
sonuçlandırır.

Sultan II. Mustafa Osmanlı Devleti’nin II. Viyana bozgunundan sonra almış
olduğu yenilgilere son vermek ve II. Macaristan seferinde başarı elde
etmesinden cesaret bularak, 12 Nisan 1697 tarihinde III. Macaristan seferine
çıkmaya karar verdi11. Bu sefer sırasında Osmanlı ordusunun uygulamış
olduğu yanlış savaş stratejisi sonucu Zenta mevkiinde ağır bir yenilgi alındı.
Devlet adamları bu yenilgi üzerine barışı daha ciddi düşünmeye başladılar.
Fakat yeni atanan sadrazam Hüseyin Paşa Zenta yenilgisi sonrası 1683 II.
Viyana yenilgisinden bu yana müttefik Avrupa kuvvetlerine karşı devam
etmekte olan Osmanlı yenilgisine ve geri çekilmesine son vermek niyetinde
idi. Padişah da aynı şekilde Zenta bozgununun izlerini silmek istiyordu.
Bunun için Hüseyin Paşa’ya barış görüşmeleri devam ederken büyük bir
ordu hazırlatmayı da ihmal etmedi12.

Karlofça Antlaşmasının İmzalanması Sırasında Türk- İngiliz İlişkileri

Osmanlı tarihinin seyrine tesir eden Zenta savaşında ordunun sekizde biri
telef olduğu gibi yüklü miktarda hazine kaybedilmiştir. Daha da önemlisi,
savaş sırasında vezîriâzam Elmas Mehmet Paşa da şehid düşmüş “Mühr-i
Hümâyûn”13 sefer meydanında kalmıştır (Uşşâkîzâde, 2005). Alınan büyük
yenilgi, Kutsal İttifak Devletlerine bırakılan yerlerin geri alınamayacağı,
hatta eldeki toprakların dahi korunamayacağı düşüncesini doğurdu. Bunun
üzerine devletin ileri gelenleri barışa sıcak bakmaya başladılar14. Osmanlı
Devletinin barışa yanaşmasında İngiltere elçisi Peget’in girişimleri de etkili
olmuştur. İngiltere II. Viyana kuşatması sonrası dönemde devam eden büyük
savaş döneminde barış için her fırsatta Osmanlı Devleti ile Avusturya
arasında arabuluculuk yapmıştır. Dönemin devlet adamlarına adeta
yalvarırcasına barışa yanaşmaları için ricada bulunmuştur.

Yukarıda da ifade edildiği gibi ikinci Viyana kuşatması sonrası oluşan
bozgun döneminde İngiltere elçisi Lord Peget, barış için zemin ararken
Sadrazam Elmas Mehmet Paşa’nın Fransız yanlısı olması ve İngiliz
gemilerinin Osmanlı sularında korsanlık yaptıkları söylentileri üzerine Türk-
İngiliz ilişkileri ve ticareti en durgun dönemini yaşamaya başlamış
diyebiliriz. Zenta bozgunu sonrası Sadrazam olan Hüseyin Paşa döneminde
bu anlayış değişmeye başladı (Heywood, 1985). Nitekim Köprülü Hüseyin

Paşa sadrazam olduktan kısa bir süre sonra 1698 başlarında İstanbul
Kaymakamı, Kaptan Paşa ve İzmir Kadısına yollamış olduğu bir hüküm ile
İngiltere’nin eskiden beri Devlet-i Aliye ile dost olduğunu, Kralın Osmanlı
Devletine karşı sadakat içerisinde bağlı olduğu bundan dolayı da İngiliz
tüccarlarına ahidnâme-i hümâyûn gereği hareket edilmesi gerektiği fakat
Galata’da bazı kimselerin, bu tüccarları rencide ettikleri hatta daha da ileri
giderek tüccarları dövdükleri beyan edilerek bunun önüne geçilmesi
istenmiştir. İzmir gümrüğünde ise %3 verginin dışında tüccarlardan ek
gümrük vergisi talep edildiği, kesinlikle böyle bir duruma mahal
verilmemesi istenmiştir. Hükümde devamla bu duruma neden olanların
cezalandırılması ifade edilerek kesinlikle buna benzer bir şeyin bir daha
yaşanmaması konusunda görevliler uyarılmıştır (Refik, 1930; Ülker, 1989)15.
İngiltere’nin büyük elçisi Peget barış görüşmeleri sırasında Osmanlı
hükümeti nezdindeki itibarına da güvenerek Hüseyin Paşa’ya göndermiş
olduğu diğer bir arzında, İngiliz tüccarlarının bir limana indirip gümrük
vergisini vermiş oldukları bir malı, bu limanda satamayıp başka bir limana
taşımak istedikleri zaman, gümrük görevlilerinin tekrar vergi istedikleri
hususunda şikayetçi olmuştur16. Bu durum incelendikten sonra elçinin isteği
yerinde bulunarak görevlilerden tekrar böyle bir vergi istememeleri için
hüküm yazılmıştır. Osmanlı Devleti sınırları içerisindeki uluslararası
ticaretin güvenli bir şekilde yapılması için gayret göstermiştir. Özellikle
savaş dönemlerinde İzmir gibi liman şehirlerinde devletin kapitülasyonlar ile
belirlemiş olduğu vergi dışındaki istekler artmıştır. Devlet bu durum
karşısında elçinin isteği üzerine böyle durumların yaşanmaması için tedbirler
alma yoluna gitmiştir.(Ülker, 1989).

Bazı kaynaklarda dönemin sadrazamı Hüseyin Paşa’nın barışa meyilli
olduğu ifade edilse de diğer bazı kaynaklarda da sadrazamın barışa meyilli
olmadığı ifade edilmektedir. Bu kaynaklarda gerekçe olarak Zenta Faciası
gibi nazik bir durumdan sonra barış yapmanın Osmanlı Devleti için faydalı
olmadığı düşüncesi hâkimdir. Bazı kaynaklarda da Hüseyin Paşa’nın barış
taraftarı gibi gösterilmesi ise onun İngiltere ve Hollanda elçileri ile barış
görüşmelerinde bulunması ve onların girişimleri ile barışa yaklaşmış
olmasındandır17. Mesela Nâima, eserinde “İngiltere elçisinin yalvarmasına
dayanamadı” şeklinde bir ifade kullanması devletin barış taraftarı değil
iken, elçilerin girişimi ile bu işe yanaşmış izlenimini vermektedir(Nâima,
1280; Kösoğlu, 1997).

Uzun süredir devam etmekte olan bu savaşlarda, büyük kayıplar vermiş olan
Avusturya ve Venedik’te barış taraftarıydı. Çünkü Avusturya, Fransa ile de
mücadele etmekte idi. Özellikle İspanya tahtı veraseti meselesinin ortaya
çıkışından sonra, iki cephede birden zor durumda kalmıştır. Fransa Kralı
XIV. Louis, torununu İspanya Kralı yapabilmek için Avrupa savaşına
hazırlanıyordu. Avusturya ise İspanya’da sönmek üzere olan Habsburg
hanedanına, kendi prenslerinden birini oturtmak istiyordu. Çünkü
Avusturya’da da aynı haneden iktidarda idi. Bu yüzden Avusturya ile Fransa
arasında “İspanya Veraset Savaşları” denen bir mücadele vardı(Kennedy,
1998; Shaw, 1983)18. Avrupa devletlerinin tamamı XIV. Louis’e cephe almış
durumda idi. Fransa bu durumda yalnız kalmıştı. Aynı zamanda Osmanlı
Devleti ile uzun süredir dost olan bir devletin güçlenmesini de
istemiyorlardı. İspanya, sömürgeleri ile beraber Amerika kıtasının büyük bir
kısmını elinde bulundurmakla beraber git gide güç kaybetmeye başlamıştı.
İşte böyle kritik bir durumda Avusturya’nın uzun süredir savaşmış olduğu
Osmanlı ile yeniden savaşa tutuşması Avrupa devletlerini güç duruma
sokabilirdi. Tüm bu nedenlerden dolayı İngiltere, Fransa ile aralarındaki olan
mücadelenin de etkisi ile Avusturya’nın Osmanlı karşısında daha serbest
hareket edebilmesi için barışa aracılık yapmaya başlamıştır (Özcan, 2001).

Her iki tarafta hal böyle iken, İngiltere ve Hollanda elçileri Avusturya lehine
anlaşmaya zemin aramaktaydılar. Sultan II. Mustafa han ise hiç olmazsa
kaybedilen toprakların bir kısmını geri almak niyetindeydi. Bundan dolayı
da barışa yanaşmak istemiyordu. İngiltere ve Hollanda elçilerinin ısrarlı
isteklerini gören Sadrazam Hüseyin Paşa, her ne kadar böyle bir durumda
barış yapmak istememesine rağmen, uzun süredir devam etmekte olan
savaşları bitirmek için bu ısrarları ve Avusturya’nın içinde bulunduğu
durumu da dikkate alarak barışın iyi bir fırsat olduğunu düşünmeye
başlamıştır19.

Hüseyin Paşa, Edirne’ye gelen İngiltere’nin devamlı elçisi Peged ve
Hollanda’nın elçisi Koler ile müzakerelerde bulundu20. Bu iki elçi,
krallarının Avusturya ile dostluğu kadar Osmanlı ile de dost olduğunu, on
altı yıldır devam etmekte olan savaşın son bulması gerektiğini, bunun için de
aracı olabileceklerini bildirmişlerdir. Hüseyin Paşa da devletin toparlanması
için, böyle bir durumda barışa meyilli olmasa bile, savaşın devam etmesini
de istememekte idi. Tüm bunların ötesinde böyle nazik bir anda savaşa
devam etmek, gelecek felaketlere zemin hazırlamak demekti. İngiltere ve

Felemenk Kralları, İstanbul’daki devamlı elçileri aracılığı ile Hükümetin
barışa yatkın olduğunu öğrendiklerinden dolayı bu dönemin iyi bir fırsat
olduğunu düşünerek biraz daha bastırmışlardır (Rifa’at, 1967;
Kolodzıejczyk, 2000).

Osmanlı Devletinin barışa yanaşması üzerine Hüseyin Paşa, dîvân-ı
hümâyun tercümanlarından İskerlet-oğlu Alexandre Mavrokordato’yu elçiler
ile temasa memur etti. İngiltere elçisi Peget’ten alınan temenniler, tekrar
görüşüldükten sonra barış için zemin hazırlandı. Bundan sonrada İngiltere
elçisi Peget sekreteri Schreyer’i ile III. William’a barış yapılması hususunda
bir mektup gönderdi. Avusturya Hükümeti de Osmanlı Devleti’nin barış
teklifini “uti possidetis”, “âlâ hâlihi” (mevcut durumu muhafaza) kabul
ettiğini bildirdi21. Osmanlı Devleti, Avusturyalıların barış görüşmeleri için,
murahhas tayin etmeleri üzerine Osmanlı Devleti adına Reîsülküttâp Râmi
Mehmet Efendi’yi murahhas tayin ederek Baş Tercüman İskerlet-oğlu
Mavrocordato ile beraber yanlarında İngiltere elçisi ile birlikte Belgrad’a
göndermiştir22.

İngiltere, iki tarafın barışa yanaşması için göstermiş olduğu gayreti
görüşmelere sırasında da devam ettirmiştir. Peget’in sekreteri ve Postacısı
Londra, Viyana ve Edirne arasında adeta mekik dokumuştur. Bu zaman
zarfında defalarca at sırtında Londra ve Viyana’ya gitmiş gelmiştir.
Müzakereler başlamadan önce ortaya çıkan bir takım pürüzler İngiltere’nin
temsilcisi Peget’in girişimleri ile hatta Osmanlı tarafını tutması sonucu
çözümlenmiştir. Mesela bu pürüzlerden üçüncü pürüz; müzakere salonunun
(çerge) nasıl ve kimin tarafından kurulacağı meselesi idi. Çergenin kurulması
hususunda Avusturya ve Venedik uzlaşmaz bir tutum içerisine girmişlerdir.
Peget’in, Osmanlılar tarafını tutması neticesinde, çerge Râmi Mehmet Efendi
tarafından kurdurulmuştur.

Karlofça müzakerelerinde ilk olarak İngiltere’nin elçisi Peget söz alarak bir
açılış konuşması yapmıştır. Elçi iki tarafın barışa yanaşması hakkında,
kendilerinin arabuluculuk yaptığını, bu arabuluculuk sayesine savaş
döneminin biteceğini ve iki tarafında dost olacağını vurgulamıştır23. Karlofça
görüşmeleri sırasında müzakereler iki tarafın isteklerinde ısrar etmesi
üzerine zaman zaman bitme noktasına gelmiştir. Bu durum İngiltere elçisinin
girişimleri ile sakinleşmiştir. Peget görüşmeler boyunca İngiltere’nin
tarafsızlığını korumaya çalıştıysa da İngiltere’nin menfaatleri icabı
Avusturya ve Venedik tarafı bir tutum izlemiştir. Karlofça Anlaşmasının
imzalanması sırasında görevli olan Rus elçisi ise Rusya’ya yollamış olduğu
raporunda, bunun aksini savunarak İngiltere elçisinin Osmanlı taraftarı bir
tutum içerisinde olduğunu ifade etmektedir (Uzunçarşılı, 1995; Şutoy, 1989).

KARLOFÇA ANTLAŞMASI SONRASI TÜRK İNGİLİZ İLİŞKİLERİ

26 Ocak 1699 tarihinde imzalanan Karlofça Anlaşması ile Osmanlı
devletinin askeri yenilgisi siyasi alana da kaymış diyebiliriz. Çünkü Osmanlı
bu anlaşma ile ilk defa resmen Avrupa’nın siyasi ve askeri üstünlüğünü
tanımıştır. Tarihinde ilk defa geçici olarak değil; çekilmede değil,
müzakereler ile Avrupa devletlerine resmen toprak bırakmak zorunda
kalmıştır (Quataert, 2002).

Karlofça Anlaşmasının imzalanmasında büyük gayret sarf eden İngiltere’nin
devamlı elçisi Peget’in, Osmanlı ülkesinde görev süresinin dolması üzerine
yerine 23 Mart 1702’de Rober dö Sutton atanmıştır24. Sutton II. Mustafa
tarafından kabul edildiği zaman, padişah kendisine “İngilizler bizim iyi ve

eski dostlarımızdır ve bizim onlarla büyük dost olduğumuzun delilini
her fırsatta göstereceğiz. Krala dostane tavassutlarından dolayı
teşekkürlerimiz ve dostluğuna olan itimadımızı bilhassa göstermekten
geri kalmayacağız” demiştir (Uzunçarşılı, 1995). Fakat bu dostluk
ilişkilerine rağmen, İngiltere’nin XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren yavaş
yavaş emperyalizme doğru yöneldiğini de söyleyebiliriz. Emperyalizme
yönelen İngiltere, bu emelini gerçekleştirebilmek amacı ile tüm enerjisini
Şark’ı ele geçirmek yani Osmanlı ve İslam coğrafyasına hâkim olmak için
harcamaya başlamıştır. İngiltere, bu coğrafyaya hâkim olabilmek için
Osmanlı Devletinin siyasi ve idari istiklaline dokunmadan çeşitli anlaşmaları
ve sözleşmeleri kabul ettirerek birtakım imtiyazlar sağlamak ve bu şekilde
imparatorluğa nüfuz etmek istemiştir. İngiltere bu sayede birçok ayrıcalık ve
üstünlük de elde etmiştir (Kodaman, 1980). Nitekim tarihi süreç,
İngiltere’nin XVII. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı ile olan
ilişkilerinde, tüm politikalarını Şark Felsefesi üzerine kurmuş olduğunun
delilidir.

Osmanlı Devleti de II. Viyana kuşatması sonrası imzalanan Karlofça
anlaşmasından sonra, barış dönemini fırsat bilip devleti yeniden
yapılandırmak için kendisinden önceki ıslahat fikirlerinden ve layihalardan
da yararlanarak her alanda birtakım ıslahatlara girişmeyi ihmal etmemiştir
(Reşid, 1327; Palmer, 1992).

Karlofça anlaşması ile sonuçlanan müzakereler için anlaşma devletlerinin ve
diğer bazı batılı devletlerin başkentlerinde, Osmanlı temsilcilerinin
“Hıristiyan murahhaslarını aldattıkları” söylentileri çıkmasına neden
olmuştur (Aksun, 1994). Karlofça antlaşmasından sonra başta İngiltere
olmak üzere Avrupalı devletler Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışmak için
büyük çaba göstermişlerdir. Anlaşma sonrası kaptan paşa ve kadılara
gönderilen hüküm ile İngiltere, Hollanda, Venedik gibi devletlerin
İstanbul’da bulunan elçileri, adalara yakın yerlerdeki konsolosları aracılığı
ile Hıristiyan halkın vergilerine talip olduklarından, bu işten derhal el
çektirilmeleri ve hiçbir şekilde adı geçen devletlerin bu halka sahip
çıkmamaları hususunda uyarılmıştır25. Diğer taraftan İzmir muhafızı ve daha
birçok vali ve kadılara yazılan emirler ile Osmanlı tabiiyetinden zorunlu
olarak başka devletlerin tahakkümüne giren Zenta, Kefalonya, Korfu ve
başka yerlerdeki ahalilerin durumları hakkında bilgi verilerek ilgilenilmesi
ve adı geçen devletlere karşı hukuklarının korunması, gerekirse Osmanlı
sınırlarına taşınması hususunda uyarılmışlardır26.

SONUÇ

Osmanlı Devleti ile İngiltere arasındaki ciddi anlamda siyasi ve ticari
ilişkiler coğrafyanın verdiği uzaklığın etkisi ile geç başlamıştır. Osmanlı
Devleti ile İngiltere arasındaki bu ilişkiler Karlofça antlaşmasına kadar
karşılıklı dostluk ve çıkar içerisinde devam etmiştir.

II. Viyana bozgunu ve bozgunun sonucunda imzalanan Karlofça Antlaşması,
Osmanlı tarihinde yeni bir dönemin başladığının göstergesi olmuştur.
Taarruzdaki Osmanlı ordusu II. Viyana kuşatması sonrası savaşlar dizisini
kaybettikten sonra bu anlaşmayı imzalayarak savunmaya çekilmek zorunda
kalmıştır. Devrin sadrazamı Köprülü Amcazâde Hüseyin Paşa bu barış
dönemini fırsat bilip devleti yeniden yapılandırmak için kendisinden önceki
ıslahat fikirlerinden ve layihalardan da yararlanarak her alanda birtakım
ıslahatlara girişmeyi de ihmal etmemiştir. Bu barış döneminde devlet,
Kuzeyden gelen düşmana karşı da toparlanma fırsatı bulmuştur.

İngiltere, II. Viyana kuşatması sonrası kendi menfaati icabı tarafsızlık
politikasını sürdürmeyi tercih etmiştir. İngiltere, Karlofça anlaşmasının
imzalanması için Kutsal İttifak devletleri ve Osmanlı devleti arasımda
arabuluculuk yapmıştır. İngiltere Karlofça antlaşmasının imzalanması için
çok büyük çaba sarf etmiştir. İngiltere’nin Avusturya ile Osmanlı Devlet
arasındaki savaş döneminin bitmesinin istemesinin temel sebebi ticari
kaygılarından kaynaklanmaktadır. Çünkü bu dönemde İngiltere’nin Akdeniz
ticaretinde ciddi bir daralma ve gerileme dikkat çekmektedir.

İngiltere, Karlofça anlaşmasının imzalanmasına kadar geçen süreçte ticari
ilişkilerinin zarar görmemesi için Osmanlı Devleti ile iyi ilişkilerini her
fırsatta güçlendirmeyi ve devam ettirmeyi tercih etmiştir. Fakat Karlofça
antlaşması ile sonuçlanan müzakereler sonrası tarafsızlık ilkesinden
vazgeçen İngiltere, Türk ve İslam dünyası üzerindeki baskısını artırmaya
başlamıştır. XVIII. Yüzyılın başlarından başlamak üzere İngiltere’nin
politikalarında kesin bir değişimin olduğunu da söyleyebiliriz.

Selim Hilmi ÖZKAN

DUMLUPINAR ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ
SAYI:18
YIL: AĞUSTOS 2007